28 Mayıs 2009 Perşembe

dünya aydınlarından sözleri

Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandğı sözdür. Aristo

Hic ellerin tasi bana degmez, ille dostun gülü yaralar beni. -- Pir Sultan Abdal


Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok...
Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok... (Mevlana)

Hür olmadIklarI halde, kendilerini hür sananlar kadar hic kimse esir olamaz. -- GOETHE

Elinde çekiç olan her seyi çivi olarak görür. -- Maslow ?

Bir insana yapilacak en kötü sey onu utandirmaktir. -- F. Nietzche

Hakiki arkadaşlık sıhhatten farksızdır, kıymeti ancak elden gittikten sonra anlaşılır. (Golti)

Beraber ağlamaktaki tatlılık kadar hiçbirşey kalpleri birbirine bağlamaz. (Rousseau)

Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerliyebiliyor. (James B.Conont )

Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir. (Eflatun)

İnsanların umudunu kırma.. Belki de sahip olduğu tek şey odur.

Olgun insan güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen adamdır. (Confucius)

Dostların sıkıntıda iken onları mutlu oldukları zamankinden daha çok ara. (Chilon)

Düşmanlarınızı sevin çünkü kusurlarınızı yalnız onlar açıkça söyleyebilir. (Benjamin Franklin)

Doğru pabucunu giymeden, yalan dünyayı dolaşır. Mark Twain

Evlilikte başarı yalnız aranan kişiyi bulmakta değil aynı zamanda aranan kişi olmaktır. (Foster Wood)

Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmektedir. (John Christian)
Bir insana gereğinden fazla değer verirsen ya onu kaybedersin ya da kendini.

Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte hem ışığı hem de gelecek treni görür. (J.Harris)

Bir ülkede YALAKALIĞIN getirisi, DÜRÜSTLÜĞÜN getirisinden daha fazla ise, o ülke batar. MONTESQUİE

Tüm insanlar ayni sozleri kullanir ama birbirlerini anlamaz... -- Octavio PAZ

"Paul'un Peter hakkında soyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar" -- Baruch SPINOZA

Ne kadar cok kisi benimle ayni fikirdeyse, o kadar cok yanildigimi düsünürüm. -- Oscar Wilde.

Insanlarin çogu kaybetmekten korktugu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layik görmedigi için.
Düsünmekten korkuyor, sorumluluk getirecegi için.
Konusmaktan korkuyor, elestirilmekten korktugu için.
Duygularini ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktugu için.
Yaslanmaktan korkuyor, gençliginin kiymetini bilmedigi için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birsey vermedigi için.
Ve ölmekten korkuyor aslinda yasamayi bilmedigi için.

* W.SHAKESPEARE *

Gokteki kus bulutu eldeki tek kustan daha somuttur.
Sayın Deniz Gökçe'nin NTV deki sohbetinde aktardığı bir özlü söz.
"Taş devri, taşlar bittiği için değil mantıklar değiştiği için bitti."
"Ya ümitsizsiniz. Ya da ümit sizsiniz.
Ya çaresizsiniz. Ya da çare sizsiniz"

Behçet NecatigiL

"Gozlerin, dislerin ve ak gerdaninla Ne sirin komsumuzdun sen Fahriye abla." - A. M. DIranas.

Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler. Özdemir ASAF

lenin sözleri

  • Vatandaşlar arasında, dini inanışlardan kaynaklanan ayrımcılığa tahammül edilemez. Vatandaşın dininin resmi belgelerdeki yalın ifadesi bile kaldırılmalıdır.
    • Lenin Toplu Eserler, 10. Cilt
  • Şiddet,elbette, bizim düşüncelerimize yabancıdır.
    • Lenin Toplu Eserler, 23. Cilt
  • Silahsızlanma, sosyalizmin amacıdır.
    • Lenin Toplu Eserler, 23. Cilt
  • İnsanlık henüz gelişmedi, ve biz henüz işçilerin,tarım emekçilerinin,köylülerin,asker temsilcilerinin sovyetlerinden daha üstün ve daha iyi bir hükümet şekli bilmiyoruz.
    • Lenin Toplu Eserler, 24. Cilt
  • Biz, dilimizi ve ülkemizi seviyoruz, ve onun emekçi yığınlarını demokratik ve sosyalist bilinç seviyesine yükseltmek için elimizden geleni yapıyoruz.
    • Lenin Toplu Eserler, 26. Cilt
  • Komünizm zorla kabul ettirilemez.
    • Lenin Toplu Eserler, 29. Cilt
  • Bütün dünyada, nerede kapitalist varsa orada basın özgürlüğü; gazete satın alma özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet, halkın görüşünü satın alma ve burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü anlamına gelir.
    • Lenin Toplu Eserler, 32.Cilt
  • İnsan zihni, maddi dünyayı yansıtmakla kalmaz, onu değiştirir de.
    • Lenin Toplu Eserler, 38. Cilt
  • Devlet varsa özgürlük yoktur.Özgürlük olduğunda devlet olmayacaktır.
    • "Devlet ve Devrim"
  • Biz "devlet" dediğimizde, devlet biziz, o biziz, o proleterya, o işçi sınıfının öncü muhafızı.
    • 27 Mayıs 1922 konuşmasından
  • Sinema tüm sanatların içinde bizim için en önemli olanıdır.
    • Lenin, Bütün Eserler, 44. Cilt

24 Mayıs 2009 Pazar

KÜÇÜK İSKENDER

ARTIK KALBİM YOK

artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok !
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak
köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse

istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
YOK!


AY

Yürek kemiğiyle lades tutuşuyor iki çocuk!
misafir oyuncu bir terkediş biçimi
ile ellerim vücudunun prömiyeri!

Aynı ahır adına koşan acılarımız var bizim!
amatör balıkçının leğeninde iki istavritiz seninle
ölüme beş kala ölümle canlı telefon bağlantısı kuran!

dibi senin aşkında gizlenen kırılgan bir aysberg bu tufan !

BİR MARTIYI AĞLATTIN SEN

bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!

ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!

bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!

bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık

15 Şubat 2009 Pazar

cem yılmaz ingilizce fıkra

cem yılmaz varmısın yokmusunda sahane bir ing. fıkra anlattı izlemeniz lazımdı

6 Şubat 2009 Cuma

mehmed uzun



fırat'ın sularıyla yıkanmıs gözler

1980’lerin başıydı ve ben ülkemden binlerce kilometre uzakta, Kürtçe’nin hiç konuşulmadığı, hiç duyulmadığı bir Kuzey ülkesinde Kürtçe bir roman sanatı yaratmaya başladım. Bu konuda dil, edebiyat tarihi, roman sanatı, estetik, kurgu vb. bilimsel araştırmalar, incelemeler kadar çocukluğumun anıları ve onların doğal ortamları da imdadıma yetişti.


Atasözleri bana hep Fırat’ı hatırlatır. Fırat’ın coşkusu, gürül gürül akan suyu, bembeyaz dalgaları, kadim zamanı ve insana insanlığını hatırlatan uğultusu; Fırat, ataların yalın, duru sözleriyle hep birdir benim için.

Küçükken, okullar tatile girdiğinde, dedemle birlikte, at sırtında, yakın dostlarımızın yaşadığı, yemyeşil, güzel meyve bahçeleri olan bir yayla köyüne giderdik. Sıcaklar artık bunaltıcı, şehir yaşamı çekilmez olurdu. Evin bahçesindeki “ayvan” bile, devamlı sulanmasına rağmen, ferahlatıcı olmazdı. Tek çare köylerdi. Sırtını kartal yuvası dağlara vermiş, Fırat’ın yamacından doğayı gözleyen, nar, ceviz, badem, erik ve armut ağaçlarıyla ünlü, çeşme ve akarsuları bol köyler.

Sıcaklara yakalanmamak için yolculuğumuz sabahın ilk ışıklarının dünyayı aydınlığa boğmasıyla başlardı. Ata biner, dedem önde, ben ardında, arkadan hafifçe beline yapışmış olarak yola koyulurduk. Her kuyu başında durarak, elimizi yüzümüzü yıkayarak, dinlenerek, çıkınımızı açıp karnımızı doyurarak yol alır, akşama doğru, güneşin kızıl ışınlarıyla Fırat’ın suları üzerinde güvende durduğu bir vakitte köye varırdık.

Köy, dünyanın ötesinde, tüm gürültü ve patırtılardan uzak, kendine özgü küçücük bir dünyaydı. Kürtçenin en eski lehçesi olan ve Zerdüşt’ün diline en yakın lehçe olduğu söylenen Zazaca, köyün konuşulan diliydi. Ancak Kurmanci de konuşuluyordu. Başka da ne bir dil ne de bir lehçe söz konusuydu.

O zamanlar her şey doğal akışı içindeydi, insanlar binlerce yıldan o günlere kadar oldukları gibi, fazla bir değişime uğramadan yaşıyorlardı. Fırat’ın suları henüz barajlarla yaralanmamış, akışı insana hem bir çoşku hem de bir korku veriyordu. Türkçe radyo ve televizyonlar insanların duygu ve düşünce dünyasını dumura uğratmamış, dil tüm doğallığıyla, tıpkı Fırat gibi, çağlıyordu. Nar, olgunlaştığında dalında çatlıyor, balıklar tam da yumurtlama döneminde Fırat’ın akıntılarına karşı bir insan boyu kadar havalanıyor, turnalar zamanında geliyor, kırlangıçlar hep aynı kırlangıçlarmış gibi, aynı mevsimlerde, aynı güzellikle Fırat’ın sularına dalıp dalıp havalanıyorlardı.

O köyde okur yazar var mıydı? Kitap var mıydı? Hiç hatırlamıyorum. Herhalde yoktu. Eğer olsaydı, büyük olasılıkla onları da hatırlardım. Ancak orada hiç dinmeyen stranlar, öyküler, masallar, destanlar vardı. Yazılması ve zamana uygun hale getirilmesi engellenen bir insanlık tarihini durmadan yeni kuşaklara aktaran sözcükler ve anlatılar vardı. Sözgelimi her bir cümlesi atasözü gibi olan, ceviz ve bademlerle devamlı işlenen güzel bilurların nağmesi ve tüm bir tarihi hafızasında barındıran dengbêjlerin sesiyle söylenen Kürtlerin en önemli destanlarından Memê Alan vardı.

Ve elbette her konuda, her zaman, her biçimde söylenen atasözleri vardı.

Bir çocuğun olağanüstü bakışı ve her şeyi çok yoğun yaşayan duygularıyla bunları yaşadım. Ve bir çocuğun önü alınmaz spontan melekesiyle tüm bunları kısa bir süre sonra da tümden unuttum. Köy unutuldu. Zaza lehçesi, stranlar, destanlar, dengbêjler, o yalın, sıcak sözler unutuldu. Fırat’ın coşkusu, hüznü, köye ait o sözler gibi duru olan ve bir inci gibi parlayan su damlaları unutuldu.

Yaşamımda tüm bunlara tümüyle yabancı olan başka bir dile, Türkçe’ye ait bir dünya başladı. O zamanlar büyüklerimden şunu öğrendim; eğer başarılı olmak istiyorsan Türkçe’yi ve Türkçe’ye ait dünyayı çok iyi öğreneceksin. Okullarda okunması ve yazılması yasaklanmış ve kamu yaşamının tümüyle dışına itilmiş Kürtçe’yle herhangi bir geleceğin olmaz. Varsa yoksa resmi dil, resmi yaşam. Türkçe, biraz daha Türkçe. Resmi tarih, resmi değerler, resmi edebiyat, resmi marşlar, nutuklar, destanlar, resmi sözcükler… Artık Türkçe düşünmek, Türkçe kendini ifade etmek, Türkçe duymak. O çocukluğa, o köye ait olan her şeyi artık küçümsemek, hor görmek, unutmak…

Bunun nasıl vahşi ve gaddar bir asimilasyon süreci olduğunu çok sonraları anladım. Bunu anlamaya başladığımda da çocukluğumun o tümden unuttuğum resimleri, duyguları, sözleri birer birer yeniden canlanmaya, çeşitli renklerle nakışlanarak tekrar yaşamaya başladılar. Bilim adamlarının dediği gibi çocukluğun bakışı ve duyguları, gördükleri ve yaşadıkları hem hızlı bir unutkanlığı içeriyor hem de olağanüstü bir hafıza derinliğini. Çocukluğun yaşanmış her şeyi hafızanın o derinliklerinde, birgün yeniden canlanmak ve bir geçmişi yaşanan zamana ulaştırmak için, unutkanlığın ince perdesi altında, üstüste, yanyana, yığılıyor. Yani Fırat da, atasözleri de dalgalar halinde gelen yeni düşünce ve duyguların altında kalarak unutuluyor. Yeni nehirlere ulaşılıyor, Fırat ve Dicle’den farklı renklerde, farklı tonlarda akan Seine, Tuna, Rhen, Thames ile birlikte olunuyor, onlar duyuluyor. Başka ülkeler, diller, kültürlerle tanışılıyor, onlar öğreniliyor. Ve birgün tam da tüm o diller, sözcükler, kültürler yoğun biçimde yaşanırken, çocukluğa ait sözcükler, destanlar, stranlar, birden diriliyor. Sanki dedeniz yine karşınızda gülümseyerek, bir bilge edasıyla size bakıyor ve kıssadan hisse olarak bir atasözünü yeniden size ulaştırıyor. Bir atasözü, bir yenisi, bir tane daha…

Atasözlerinin gücü işte bu; bir hafızayı, bir tarihi yeniden canlandırmak. Unutkanlığın ebedi olmasını önlemek.

Bu atasözlerinin sahibi kim? Tüm dünyadan uzak o ıssız köyde durmadan söylenen o atasözlerini kimler nerede, nasıl yarattı? O anda yaşanan durumla ilgili hemen söylenen o kısa cümleler niçin o kadar etkili? Nasıl olur da o atasözleri de tıpkı Fırat gibi sonsuz bir yaşama sahip, tüm insanlık tarihi boyunca durmadan akıyor? Bilinmesi, cevaplanması gereken sorular bunlar. Özellikle Kürtlerin bunları bilmesi, cevaplaması gerekiyor. Çünkü Kürt dili resmi ve kamu dili olarak Türkiye’de yasak. Çünkü bu yasak nedeniyle Kürtler söze, özellikle de sözlü anlatıma, destana, atasözlerine sığınmış durumda. Çünkü bu nedenle Kürtlerin olağanüstü zengin bir sözlü edebiyatları var.

Yasak, baskı, zor, asimilasyon ve benzeri anti-demokratik uygulamalar ancak yaygın bir korku ortamı yaratıldığında gerçekleşebiliyor. Korku ortamında yaşayan insanlar da, koşulları nedeniyle, az ve öz konuşma ve anlatma sanatını öğreniyor. Az ve öz anlatma sanatı, aynı zamanda, insanlık tarihinin bize bıraktığı en önemli miras; az ve öz söyleyen kalmış, laf kalabalığı yapan ve karışık söyleyen gitmiş. Ïnsanlığın ortak kültür mirasının temel özelliği tam da budur; insan için en gerekli, en zorunlu olan kalacak, gerisi atılacak. Tüm tarih boyunca insan aklı ve duyguları bu geleneğe uygun biçimde gelişti. Gılgamış, Homeros, farklı dil ve kültürlere ait destanlar, anlatılar, Memê Alan… bunların hepsi en damıtılmış, en yoğun hale getirilmiş sözcüklerle günümüze ulaştı.

Bu kültür mirasının en temel öğelerinden biri de atasözleridir. Kollektif bir hafızanın ürünü olan atasözleri belki de insanın kültürel yaşamının en rafine buluşudur. Atasözlerinde ortak bir tarih, insani bir çaba, deney ve ders vardır. Bir dilin bütün incelikleri, güzelliği, şiirseliği de en iyi biçimde atasözlerinde bulunmaktadır. Elbette insani zekâ ve yaratıcılığın da en iyi örnekleridir atasözleri.

Bir tarihi, kimliği, kültürel hareketi, halkı ve dili yakından tanımak istiyorsanız, her şeyden önce, atasözlerine başvurun. Orada tüm aradıklarınızı bulacaksınız. Atasözlerinde boş ve anlamsız sayılabilecek hiçbir şey yoktur. Her şey çok yoğun, çok anlamlıdır. Mutlaka bir insani tecrübenin, duygunun, düşüncenin ürünü olan atasözü, daha önce yaşanmış bir deney ve dersi iletmek için vardır. Bu özelliğiyle atasözleri hem çok evrenseldir

2 Şubat 2009 Pazartesi

can yücel'in anısı,


YAZILARINDA "GÖT" KELIMESINI AÇIK AÇIK KULLANDIGI IÇIN MAHKEMEYE VERILEN CAN YÜCEL, MAHKEMEDEKI SÖZLÜ SAVUNMASINI 'NE DIYEYIM HAKIMBEY. BIZIM KÖYDE GÖTE GÖT DERLER' DIYE BITIRIR, ANCAK ÖNCESINDE BIR DE FIKRA ANLATIR MAHKEMEDE.

BIR KÖYDE ATESLI BIR HASTA VARDIR, KASABAYA DOKTORA GETIRIR HASTAYI KÖYLÜLER. KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA. DOKTOR HASTAYA FITIL VERIR VE KÖYE DÖNDÜKLERI GIBI HASTAYA FITILI ANÜSTEN VERMELERINI SÖYLER KÖYLÜLERE.

KÖYLÜLER TABI 'TAMAM DOHTOR BEY' DIYIP KÖYE GIDERLER KÖYDEKI HERKESE SORARLAR, EN BILGELERE BILE, AMA KIMSE ANÜS NE DEMEKTIR BILEMEZ. BU NEDENLE BIR TÜRLÜ ILACI DA VEREMEZLER HASTAYA. HASTANIN DURUMU DA GITGIDE KÖTÜLESMEKTEDIR. BUNUN ÜZERINE KÖYLÜ, DOKTORA, KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA TELEFON ETMEYE KARAR VERIR AMA KIMSE BUNA YANASMAZ. NE CÜRET DI MI DOKTORU ARAYACAK BI KÖYLÜ.

NEYSE DURUMUN VAHAMETI ÜZERINE MUHTAR ARAMAYI KABUL EDER. BÜTÜN KÖYLÜ TOPLANIR SANTRALE, MUHTAR ARAR, "BIZ NE YAPACAAMIZI BILEMEDIK DOHTOR BEY" FALAN DER ISTE.KARSIDAN DOKTOR BISILER SÖYLER. MUHTAR DÖNER ARKASINA:

"MAKATTAN VERIN DEDI DOHTOR" DER. YINE TÜM KÖYE SORARLAR, KOMSU KÖYLERE BIRILERINI YOLLAYIP SORDURURLAR FELAN, AMA MAKAT NE BILEN YOKTUR YINE. HASTA ISE GITTI GIDECEK,ATESLER IÇINDE KIVRANIYO BAYA.

IHTIYAR MECLISI TOPLANIR. SON ÇARE, DOKTORUN BIRKEZ DAHA ARANMASINA KARAR VERILIR. YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE KARAR VERILIR.

YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE BIRI KANDIRILIR. TELEFONUN BASINA GEÇER, AMA BI YANDAN SÖYLENMEKTEDIR "ÇOK KIZACAK DOHTOR ÇOK!!!" DIYE.

SONUNDA TELEFONU AÇAR, DURUMU ANLATIR, DOKTOR BISILER SÖYLER YINE. TELEFONDAKI KÖYLÜ, YÜZÜ ALLAK BULLAK, ARKASINI DÖNER:

"ÇOK KIZACAK DEMISTIM; GÖTÜNE SOKUN DEDI"

(C. YÜCEL BU DAVADAN BERAAT ETMISTIR.)

can yücel'in anısı,

YAZILARINDA "GÖT" KELIMESINI AÇIK AÇIK KULLANDIGI IÇIN MAHKEMEYE VERILEN CAN YÜCEL, MAHKEMEDEKI SÖZLÜ SAVUNMASINI 'NE DIYEYIM HAKIMBEY. BIZIM KÖYDE GÖTE GÖT DERLER' DIYE BITIRIR, ANCAK ÖNCESINDE BIR DE FIKRA ANLATIR MAHKEMEDE.

BIR KÖYDE ATESLI BIR HASTA VARDIR, KASABAYA DOKTORA GETIRIR HASTAYI KÖYLÜLER. KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA. DOKTOR HASTAYA FITIL VERIR VE KÖYE DÖNDÜKLERI GIBI HASTAYA FITILI ANÜSTEN VERMELERINI SÖYLER KÖYLÜLERE.

KÖYLÜLER TABI 'TAMAM DOHTOR BEY' DIYIP KÖYE GIDERLER KÖYDEKI HERKESE SORARLAR, EN BILGELERE BILE, AMA KIMSE ANÜS NE DEMEKTIR BILEMEZ. BU NEDENLE BIR TÜRLÜ ILACI DA VEREMEZLER HASTAYA. HASTANIN DURUMU DA GITGIDE KÖTÜLESMEKTEDIR. BUNUN ÜZERINE KÖYLÜ, DOKTORA, KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA TELEFON ETMEYE KARAR VERIR AMA KIMSE BUNA YANASMAZ. NE CÜRET DI MI DOKTORU ARAYACAK BI KÖYLÜ.

NEYSE DURUMUN VAHAMETI ÜZERINE MUHTAR ARAMAYI KABUL EDER. BÜTÜN KÖYLÜ TOPLANIR SANTRALE, MUHTAR ARAR, "BIZ NE YAPACAAMIZI BILEMEDIK DOHTOR BEY" FALAN DER ISTE.KARSIDAN DOKTOR BISILER SÖYLER. MUHTAR DÖNER ARKASINA:

"MAKATTAN VERIN DEDI DOHTOR" DER. YINE TÜM KÖYE SORARLAR, KOMSU KÖYLERE BIRILERINI YOLLAYIP SORDURURLAR FELAN, AMA MAKAT NE BILEN YOKTUR YINE. HASTA ISE GITTI GIDECEK,ATESLER IÇINDE KIVRANIYO BAYA.

IHTIYAR MECLISI TOPLANIR. SON ÇARE, DOKTORUN BIRKEZ DAHA ARANMASINA KARAR VERILIR. YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE KARAR VERILIR.

YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE BIRI KANDIRILIR. TELEFONUN BASINA GEÇER, AMA BI YANDAN SÖYLENMEKTEDIR "ÇOK KIZACAK DOHTOR ÇOK!!!" DIYE.

SONUNDA TELEFONU AÇAR, DURUMU ANLATIR, DOKTOR BISILER SÖYLER YINE. TELEFONDAKI KÖYLÜ, YÜZÜ ALLAK BULLAK, ARKASINI DÖNER:

"ÇOK KIZACAK DEMISTIM; GÖTÜNE SOKUN DEDI"

(C. YÜCEL BU DAVADAN BERAAT ETMISTIR.)

28 Ocak 2009 Çarşamba

yılmaz güneyin hayatı, bazı siirleri ve hakında cıkan kitaplar




Bir sanatci olarak ''Yilmaz Guney'' olarak bilinir.Ama asil adi Yilmaz Putun'dur.Adi,zorluklar karsisinda egilmez,Umutsuzluga

kapilmaz,yilginliga dusmez ve bas egmez anlamina gelir,soyadi putun ise bir dag meyvasinin kirilmaz cekirdegi demektir.1937
Yilinda, Adana'nin Yenice Koyunde dogdu.Topraksiz bir koylu ailenin iki cocugundan biridir.Annesi dindardi ve okuma yazmayi
bilmezdi,babasi ise okuma yazmayi askerde ogrenmisti.Yilmaz Guney 1976'da Kayseri Cezaevindeyken babasini kaybetti.Dokuz yasindan
sonra hayatini calisarak kazandi.Ilk isi dana gutmekti.Liseyi Adana'da bitirdi.O yillar ((DORUK)) adinda bir sanat dergisi
cikardi.Sanata cok merakliydi ve hikayeler yaziyordu.1955'te Istanbul'a Iktisat Fakultesi'nde ogrenim gormek icin gitmisti.Fakat
devam edemedi.1955'te suren tatbikat sonucu birbucuk yil agir hapis ve 6 ay surgun cezasi aldi.Ogrenimi yarida kalmisti.O'nun
onundaki tek yol,kendisini hayatin okulunda,hayatin kabul ettigi ve dayattigi ogretmenler araciligiyla egitmekti.Oyle yapti
da...Kitaplar, sinema, is, acimasizlik, hayatin kati kurallari,toplumsal baskilar,kahpelikler,yigitlikler...Karsilastigi zorluklari
yenmek icin direnmesi ve kararliligi...Ogretmenlerinden biri ZORDUR.Ilk olarak 1961'de cezaeviyle tanismisti.1962 Araliginda
cezasinin bitimiyle, muhafazakarligi ile unlu, Konya sehrine surgune gonderilmisti.1968'de asker gitti.1970 Nisaninda dondu.1972'de,
martin 16'sinda devrimcilereyardim ettigi gerekcesiyle tutuklandi.Mahkeme sonucu 10 yil agir ceza hapis ve surgun cezasina
carptirildi.1974 Eylulunde,bir cinayet olayina adi karisti ve on dokuz yil mahkum edildi.Cezaevindeyken ''GUNEY'' adlibir
sanat-kultur dergisi cikardi.Onuc sayi sonra sikiyonetimin yeniden gelmesi uzerine dergisi kapatildi ve hakkinda yazdiklarindan
oturu on ayri dava acildi.Istenen ceza toplami yuzyil idi.1981 Ekiminde izinli ciktigi Isparta cezaevine bi daha donmedi.Sonra
da yurt disina cikti.1981 Ekimine kadar, yaklasik oniki yilini cesitli cezaevlerinde gecirdi.Bu oniki yil icinde ikisi yari-acik
olmak uzere onbes cezaevi tanidi.Iltica etigi Fransa'nin Paris sehrinde 1984'te vefat etti


Asil hapishane insanin kafasinda yarattigi hapishanedir.Hayati sinirlayan hapishane odur ki,ilk firsatta yikilmalidir. Dünyayi
dahaiyi kavrayabilmek icin...


ON YIL SUSTUM ARTIK BAGIRMAK iSTiYORUM!

Ülkemden ayrilmisim, Özgür olmak, Yasamak istedigimden ötürü degil,
Özgürlük ve demokrasi kavgasina daha etkin ve aktif bir bicimde
katilabilmek icindir.


Bir köle olarak yasamaktansa ,
özgürlük savascisi
olarak ölmek daha iyidir...


Insanlari tas duvarlar, demir parmakliklar arasinda terbiye etmeyi, onlarin dusuncelerini onlemeyi dusunen anlayis yikilacaktir.






Önemli filmleri (Senaryo): Endişe (Şerif Gören), Sürü (Zeki Ökten), Düşman (Zeki Ökten), Yol (Şerif Gören)- Oyuncu: Ben Öldükçe Yaşarım (Duygu Sağıroğlu), Hudutların Kanunu (Lütfi Ö. Akad), Kurbanlık Katil (Akad), Kozanoğlu (Atıf Yılmaz). Yönetmen-oyuncu: Seyyit Han (1969), Umut (1970), Ağıt (1971), Baba (1971), Acı (1971), Umutsuzlar (1971), Arkadaş (1974).



KÖPRÜ

Sevgili
yetmiyor ´sevgili´ sözü
tek başına. Karşılamıyor
içimi dolduran duyguyu.
Oysa ben ´sevgili´
derken neler
düşünüyorum bilsen.
Sonsuz, bir güneş
bir yudum rakı
çiçeğe durmuş ince bir
bahar dalı
oğlumun sıcak yanağı
anamın acılı gözleri
babamın tütün kokan eli
evimizdeki kuş
yarının güzel günleri.
Anlatılması güç binlerce
duygu ve sen...
İşte sen
beni hayata bağlayan
en güzel köprüsün;
köprülerin en güzelisin.
Sevgilim... Güzelim...
İnsanı yaşatan
içimizdeki hayat böceğidir.
O ölürse
hayatımızın da tadı biter.
O sakın ölmesin
yaşat onu.

Yılmaz Güney


KENDİM İÇİN YAŞAMIYORUM

hayatı kendim için yaşamıyorum. ve korkmuyorum
hiç birşeyden. başıma gelecekleri de biliyorum.
herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.
Yarın bizim çünkü...

Yılmaz Güney

BİR GÜN


Hangi zorluğu
yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde
bu insanca sevgiyi.
Güzel günler
zorlu duraklardan
geçer sevdiğim.
Damla damla
birikiyor insan.
Damla damla sevgili...
Bir gün
akıp gideceğiz hayata.
Duvarlar yıkılacak,
açılacak bütün kapılar
bilesin.
Benim yüreğim
sensin şimdi
seni vurur durur...
Ve yine damla damla
çoğalıyorsun içimde.

Yılmaz Güney


Hakkında Yazılanlar



1.İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney

Yılmaz Güney

Güney Yayıncılık



“Bu kitap, Yılmaz Güney'in yaşam öyküsünde çeşitli kesitlerin bir yansıması olarak, O'nun değişik dönemlerindeki yazılarını ve mahkemeler önünde yaptığı savunmalarının bir derlemesidir. Ayrıca, 1981 yılında sürgüne çıktıktan sonra, çeşitli gazete ve dergilerde yer alan röportajlarını, sanatsal-sosyal ve toplumsal düşüncelerini içerir. Ancak bunlar, tüm siyasi yazılarını da kapsamaz; çünkü Yılmaz Güney'in sağlığında toplam yüzyıl cezaya çarptırılmasına ve bu nedenle Türkiye'den ayrılmak zorunda kalışına yol açan siyasi görüşlerinin bir bölümü bugün halen yasalar karşısında suç unsudur. Biz, Yılmaz Güney'in insani duyguları, kaygıları ve devrimci görüşleri hakkında bir fikir sahibi olunabilmesi için, kendi ağzından - kendi kaleminden yaşadıkları - yaptıkları ve de düşündükleriyle okuyucusunu, O'nunla baş başa bırakıyoruz. Fatoş Güney”



2.Deniz Gezmiş'ten Yaşar Kemal'e

Portreler

Oral Çalışlar

Çağdaş Yayınları

Deniz Gezmiş, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Yılmaz Güney, Mehmet Ali Aybar, Sabahattin Ali, Fikret Otyam, Panayot Abacı, Lefter ve... Bu kitapta onların öykülerini okuyacaksınız. Bütün bu portrelerin, bir dönemin güzel bir resini vereceğine inanıyoruz. Bazılarını yakından tanıdınız, bazılarının adını ise hiç duymadınız. Onlar bizi bize anlatıyor. Bir dönemin tanıklığını da içeren bu portreleri beğeneceğinizi umuyoru

yılmaz güney

Arkadaş
Bir kıvılcım düşer önce,
Büyür yavaş yavaş,
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş...
Dolduramaz boşluğunu ne ana, ne kardaş,
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş...
Ortak olmak her sevince, her derde kedere,
Ve yürümek ömürboyu,
Beraberce el ele...
Olmasın hiç,
O ta içten gülen gözlerde yaş,
bir gün yollarımız ayrılsa bile arkadaş...


Yılmaz Güney


CANIM

Canım, sevdiğim, yüreğim
Bu duvarlar bizi ayırmaya yetmez bilesin
Bu kapılar, bu demir parmaklıklar hava inan
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardır
hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi

Yılmaz Güney

MUTLU OLMA ŞANSI

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını
acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile
içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

Yılmaz Güney

ESKİDEN BİLMEZDİM YALNIZLIĞI

Eskiden bilmezdim yalnızlığı
Bir ağaç nasıl yalnız değilse ormanında
Bir çiçek kendi dalında
Eskiden bilmezdim yalnızlığı
Yalnızlığın içinde
Şimdi yalnız, yalnız mıyım
Kopuk muyum dalımdan
Uzağında mı kaldım ormanın

Yılmaz Güney

27 Ocak 2009 Salı

zafer için

ZAFER İÇİN

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...

Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır...

1941,Sonbahar...



Nazım Hikmet Ran

26 Ocak 2009 Pazartesi

en güzel nazım hikmet ran siir i

TAHİR ile ZÜHRE meselesi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


Nazım Hikmet Ran

17 Ocak 2009 Cumartesi

nazım hikmetin güzel sözleri

Şair Nazım Hikmet RAN’ın sözlerini burada bir araya toplamaya çalıştım…

* Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz ölümün önünde sigaramızı.
*
* Çizmişiz rotamızı dostların alkışlarıyla değil, gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin.
*
* Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.
*
* Arkadaşlık ağaca benzer, kurudu mu bir daha yeşermez.
*
* Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?
*
* İnsanların kanatları yok, insanların kanatları yüreklerinde.
*
* Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır.
*
* Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da, hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
*
* İki şey var ancak ölümle unutulur, anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü.
*
* Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın.
*
* Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların, dilsiz olduklarını anlıyorum.
*
* Korkumuz yok! İnmedi bir gün bile gözlerimize, bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.
*
* Gebedir her sukut bir yükselise.
*
* Şeker bile yiyemez ki kağıt gibi yanan çocuk.
*
* Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
*
* Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele…
*
* Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır.
* En fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı.
*
* Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır.
*
* İçimde mis kokulu kızıl bir gül gibi duruyor zaman.
*
* Gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak.

15 Ocak 2009 Perşembe

nazım hikmet anısı

Nazım Hikmet İstanbul'un en işlek caddelerinde dilencilik yapan bir köre rastlamış ve yanına gidip gerçekten kör olup olmadığını sormuş çünkü önünde hiç para yokmuş...Şöyle bir öneri sunmuş Kör dilenciye '' Bana izin verirsen,senin önündeki kartona bir şey yazacağım'' Ve dilenci kabul etmiş..Yaklaşık bir ay sonra Nazım Hikmet tekrar o caddeden geçerken o dilenciye tekrar rastlamış ve bakmış ki önünde para var..Dilencinin yanına yaklaşıp hatırını sormuş ve dilencini merakını gidermek için aylardır aklındaki soruyu sormuş.. '' siz gittikten sonra para atmaya başladılar asıl merak ettiğim ne yazdığınız'' demiş.Ve Nazım cevap verir:
'' YİNE BAHAR GELECEK VE BEN YİNE GÖREMEYECEĞİM.'' yazmıştım.

12 Ocak 2009 Pazartesi

iskender kücük

28 Mayıs 1964’te İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde beş yıl okuduktan sonra ayrıldı. Bir süre de İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğrenim gördü. 1985 yılından itibaren çeşitli edebiyat dergilerinde şiir ve yazıları yayımlanmaya başladı. İlk ve uzun şiirleri Adam Sanat Dergisi'nin hemen her sayısında yer aldı. Temalarında alışılagelmişin kimi kez tam karşısında yer alan, polemikçi, başkaldırıcı şiiriyle sadece 1980'li yılların değil tüm Türk şiirinin en gözüpek şairi. Fazlaca karışık ve yer yer fazlaca uzun ve çoğaltımcı şiiri özgün çarpıcı başarı düzeylerine de ulaşabiliyor. Geleneksel yöntemler kullanarak yazdığı divan tarzı şiirleri, gazelleriyle de dikkat çekiyor.


siirleri



BİR MARTIYI
AĞLATTIN SEN

bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!

ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!

bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber! bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık






GÜLTEN

ensenden öptüm seni. Çok fena!
rüzgar gibi geçti beykoz vapuru
kulakmemenden süt sağdı dudaklarım
sağanak halinde seviyorum bütün orospuları
preveze'den dönüyor prezervatifli donanmam
domalıp duruyor İstanbul, osmanlı paşası terbiyeme
hem, kime ne? Olası ki elim bacaklarınla aynı burçtan
aaa! tüyler. Zıp zıp zıplıyor apışaram A-Rh pozitif

gülten temizlikçi kız. Temiz kız. Nazsız!
hiç temyiz edilebilir mi kızlık zarı
caaart! diye girdim içeri bir bahar sabahı
adım fatih sultan penis, tevellüt tereddütsüz on yedi!

evlenemeyiz gülten. Güldürme beni şimdi
tam boşalmak falan üzereyken.
korkudan altına kaçırıyor bak galata köprüsü
köprüaltı çocukları sidikten yağmurla usanmış
tam bütün hırsımla
abazanlığımın basur memelerini emerken
boşuna okutmuyorlar adama okulda fiziği, coğrafyayı
dayılanma bana gülten. Tenin dayısı olmaz
kayısı gibi bir aşk kaçırılmaz mı, ara beni..

ensenden becerdim seni gülten. Çok fena!
denize parça koydu makinist beykoz vapuru!






DE GÜLÜM

de gülüm! De ki: ela birgünde geleceğim
istanbul darmadağın olacak, saçlarım
darmadağın. Hepsi, darmadağın!
üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,
ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!

de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir
sevgi, bitmiştir güven!
güven bana gülüm!
sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
hasretten - hakikatten- ten değiştiren yüzüm!

göreceksin gülüm! Bekle!
hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere
hainlere, ezilmelere alışacak...
göreceksin – sevinçten ağlayacaksın gülüm - ki
işte o vakit bana – doğrudur! -
şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!

bak! şiirler var, mektuplar var, çocuklar var
sokaklar var, kediler!
inan bana gülüm, ölüm yok bir tek! ölüm yok bize!
ölüm inananlar için sessizce
kara kaplı kitaplardan çıkartılacak...
göreceksin gülüm! bekle, göreceksin!
Artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz
Bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak






SON SEN

şiddetle ihtiyacım var beni öpmene
dudakların dudaklarımı hacize gelsin
dokun! dokun! dokun etime,
etimle süslensin ardıç gözlerin
akşam olup da delikanlılar siyah giydiler mi
(dışavurumcu zifir ve seni seviyorum)
turuncu soyundu mu orospu karılar ve dönmeler
bir şelale çalarım en yakın vitrin camını kırıp
ceplerimde bahar şiirleri ve ilkokul öğretmenleri
en güzel sesleri çizip anahtarımın kenarıyla
ağlarım! ağlarım ulan sana ne, sen
soyun - mumları söndür - yatağına uzan!
süte aşkı üfle!(*)

bıyıklarımı kestim, kravatımı taktım, suyumu içtim
gittim (**)
gidiyorum (***)


(*) sevda kafiyeleri arasındaki kıvamlı stoplazmik
uzantılar değil miydi saçlarını kızartıp da seni
gövdeni boşaltıp çekip uzaklaşmaya mecbur eden çekiç
uğultusu ve kıl buketleri - ki benim şahmerdanım
senin çocuk karanlığında yaşlı bir alice'di ve harikalar
diyarında iskambil adamlara poker borcum, sen, nasıl,
fakat
(**) yağmur kadardın, prezervatiflerimizden kan emdi
mesut yaşayan meşhur yalnızlar ve meddah kronolojiler.
Ağzında kanarya lekesi.
(***) muradım yanıyor. Sen oyna hayatımı ey Robert De
Niro. Sen söyle şarkımı ey hüzün: Newyork! Newyork!

AHMED ARİF

anılar


1-Ülkü Tamer'in, Ahmet Arif'le ilgili çok güzel bir anısı:
Ahmed Arif en sevdiğim şairlerden biri. İnsan olarak da inanılmaz derecede sıcak bir dosttu.Muzaffer Erdost’la bazı geceler 12’den sonra bir karpuz alıp onu gece sekreteri olarak çalıştığı gazetede ziyarete gider, saatlerce çene çalardık.
Kahkahalar atarak sık sık anlattığı bir olayı hiç unutmadım:
Diyarbakır’dan Ankara’ya gitmiş. Annesi memlekette. Komşu kadınlar boyuna övünürmüş:
"Benim oğlum İstanbul’a gitti, memur oldu."
"Benim oğlum İzmir’e gitti, bankacı oldu."
Ahmed Arif’in annesi durur mu, o da başlarmış övünmeye:
"Benim oğlum da Ankara’ya gitti, komünist oldu."
"Ne bilsin anam!" derdi Ahmed Arif "Komünistliği de mühendislik, doktorluk gibi meslek sanıyor."



2-Şiire yeni başlamış bir delikanının karşısına Nazım’ı dikerseniz, çocuk paniğe kapılır ve ters akımların uydusu olur, yahut ezilir, kötü bir kopyacı kesilir. Hidrojen bombasına karşı Kürt Hançeri ne yapabilir? Üniversite ve mapushanede bazı arkadaşlarım “Nazım’dan sonra şiir yazmak boşuna bir gayret, hatta saygısızlık” diyordu. Onlarla hiç tartışmadım, hep sustum. Çünkü dedikleri bir bakıma doğruydu. Ne var ki “Nazım gibi şiir yazmak” ile “Nazım’dan sonra şiir yazmak ” arasında vatanımın dipsiz uçurumları gibi bir uçurum vardı. Elbette Nazım’ı yahut başka bir ustayı budalaca izlemekle kimse şair olamazdı. Ama Nazım’dan da, başka ustalardan sonra da şiirler yazılacaktı. Yoksa Shakespeare’den sonra trajedi, Moliere’den sonra komedi yazmak gerekemezdi. Nitekim Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştı.

siirler

ANADOLU

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?


AHMED ARİF


DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR VE ADİLOŞ BEBE

1.
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem

Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...

2.

Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı...

3.

Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
"Yel" der, "Baharın geçer".
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed Arif'in yeğeni...

4.

Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...

Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...

Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü.

AHMED ARİF


OTUZÜÇ KURŞUN

1.

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek'e - tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...

2.

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil

Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

5.

Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

AHMED ARİF

RUSTEMO

Modan yaylasına eşkin almadan
Maktela üzerinde sağımız
Karbeyaz Çermik Dağları
Solumuz kan kırmızısı Fırat'tır
Dört mevsim yeşildir orman
Ve toprak çetin
Baharları aşiretler iner Dersim üstünden
Sürü otlatır.
Odunda
Kömürde
Pamukta
Gönlü bir akarsu gibi alıp götüren
Irzdan ve ekmekten yana
Bir kara sevdadır
Yeşil murattır
Ve bundan ötürü tutmuş dağları
Ve almış yürümüş sulardan öte
Kıl çadırlarda maceramız
Yasak bundan böyle zulüm;
Ve öşür
Ve haraç
Ve angarya
Ve katil
Ve şirkat
Ve talan
Ve küfür kıza kısrağa
Yasaktır, emreder Dağlar Paşası
Elinde, affetmez Fransız üçlüsü...

Gayrı malumunuz olsun halım
Hayrola encam
Malum ola
Ayan beyan
Dosta ve düşmana serencam

Önce şeyhülislam fetva buyurur
Katlim dört mezhepte vacip görülür
Sonra saray ferman eyler
Ve kaltak vurulur ordugahlarda
Dar vakit yetiştin tatar ağası
Bir elimde kana batmış hamaylim
Bir elim derman eyler
Dostooo
Buncasına kavga demezem
Kızanlar idman eyler
Hele sarılmasın dört bir yanımız
Tamam cümle dağlar mevzi almıştır
Ve yatmış pusuya patikalar

Salavat getirir dağ dağ taburlar
Narlı bahçe üzre kanlı bir akşam
Gelen elçi değil
Azrail olsun
Anam avradım olsun kaçarsam.

AHMED ARİF

UNUTAMADIĞIM

Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın,
Tavşan kanı, kınalı-berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri...

Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?

"To be or not to be" değil.
"Cogito ergo sum" hiç değil...
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.

İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?

Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil,sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi...

Duymak,
Gözlerinde duymak üç-ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi...
Gözlerin hani?

AHMED ARİF

VAY KURBAN

Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayın bıçak...

Ölüm bu,
Fukara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşamüstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardır umutsuz,
Hayreti uykularda,
Hayreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...

Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlat makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.

Sepetçioğlu'm bir kömür işçişidir,
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç-mezattır,
Can, pazar-pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdayları
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tebdil gezer...

Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.

Seni sevmek,
Felsefedir, kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İpin, kurşunun rağmına,
Yürür, pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...

Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ.
bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.

Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl-pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böylece yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü..

AHMED ARİF

videolar
anadolu
uy havar
33 kursun

11 Ocak 2009 Pazar

nazım hikmet ran siirleri

1_ Hürriyet'e Dair

Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim.
Akarsuyun, meyva çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanıdır.

Bursa'da havlucu recebe,
Karabük Fabrikası'nda tesfiyeci hasana düşman.
Fakir köylü hatçe kadına, ırgat süleymana düşman.
Sana düşman, bana düşman.
Düşünen insana düşman.
Vatan ki, o insanların evidir;
Sevgilim onlar vatana düşman!...

Çünkü, ölüm vurdu damgasını alınlarına:
"Çürüyen diş, dökülen et..."
Bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler...
Ve elbette ki sevgilim elbet,
Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle;
"İŞÇİ TULUMUYLA"
bu güzelim memlekette
HÜRRİYET
nazım hikmet ran

2_Ellerinize ve Yalana Dair / Nazım Hikmet Ran

Bütün taşlar gibi vekarlı,
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.
Arılar gibi hünerli, hafif,
sütlü memeler gibi yüklü,
tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.
Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi,
halbuki açsınız,
etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
insanlar, ah, benim insanlarım,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakın Doğu, orta Doğu, Pasifik adaları
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanların yüzde yetmişinden coğu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatlı,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.



3_Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler

Dünyadan memleketinden insandan
umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye
yatarsan on yıl on beş yıl
daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
bir bayrak gibi keşke
demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.

Belki bahtiyarlık değildir artık
boynunun borcudur fakat
düşmana inat
bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin
kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına
sen ürpermelisin içerde
dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.

İçerde mektup beklemek
yanık türküler söylemek bir de
bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
tatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak
unut yaşını
koru kendini bitten
bir de bahar akşamlarından.

Bir de ekmeği
son lokmasına dek yemeyi
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.

Bir de kim bilir
sevdiğin kadın seni sevmez olur
ufak iş deme
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
içerdeki adama.

İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena
dağları deryaları düşünmek iyi
durup dinlenmeden okumayı yazmayı
bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
bir de ayna dökmeyi.

Yani içerde on yıl on beş yıl
daha da fazlası hattâ
geçirilmez değil
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir.

[Mayıs 1949]

10 Ocak 2009 Cumartesi

can yücel

ÖZLEDİM SENİ...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....

CAN YÜCEL


buyuk can dedi ki:

Kovalamayın beni yataga
Hic uykum yok
Daha lafınıza karısacagım
Ortalıgı dagıtacagım
Televizyonu kapatacagım
Aycicegi resmi yapacagım daha
Basparmagıma siir okuyacagım
Islık calacagım
Daha cok isim var
Gecenizi karartacagım
Kutahya vazonuzu kıracagım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha cok erken

Can Yucel





Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?


Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.



Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?


''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.



Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?


Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...



Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?


Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.



Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?


Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana...
Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek...
Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.



Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?


Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak...
Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.



Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?


Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek.
Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak.
Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.



Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?


Nereden bileceksin?


Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi...
Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.



Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda...
Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.



Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..



Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...


can yücel


Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı
belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece
sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır
yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir
ayrılık gizlendiğine
belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci
dereceden failidir"
denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle
avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini
tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim
uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık
etmiş olmasalardı eğer!!
can yücel


Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık
Yalnız senin küçücük elinle yalnızlık
Kandilli ilkokulu kadar kalabalık
Zilleri çaldığında düşlerinin
Sınıfların kapıları ardına kadar açık
Gökyüzünün, denizin, toprağın, hayalle, emeğin
Haklı sınıfları

Belki de baskın korkusuyla vefasız, akıntıya atılan
Kitaplar varya onlardan
Öğrenmiş Marx'ı, gümüş balıkları
Ve belki de onun için o kadar,
O kadar aydınlık ortalık...

Sen ki çiçekleri toplamayan güzelim
Çicekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok
Ve anladım, anladım ki bir daha
DÜŞÜNDE BİLE GÖREMEZ İŞLER
DÜŞLERİN GÖRDÜĞÜ İŞLERİ

CAN YÜCEL


anladım

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş, emek vazgeçmemek,ama onu özgür bırakacak kadar sevmekmiş.
can yücelcan yücel videoları
buradan ))