15 Şubat 2009 Pazar

cem yılmaz ingilizce fıkra

cem yılmaz varmısın yokmusunda sahane bir ing. fıkra anlattı izlemeniz lazımdı

6 Şubat 2009 Cuma

mehmed uzun



fırat'ın sularıyla yıkanmıs gözler

1980’lerin başıydı ve ben ülkemden binlerce kilometre uzakta, Kürtçe’nin hiç konuşulmadığı, hiç duyulmadığı bir Kuzey ülkesinde Kürtçe bir roman sanatı yaratmaya başladım. Bu konuda dil, edebiyat tarihi, roman sanatı, estetik, kurgu vb. bilimsel araştırmalar, incelemeler kadar çocukluğumun anıları ve onların doğal ortamları da imdadıma yetişti.


Atasözleri bana hep Fırat’ı hatırlatır. Fırat’ın coşkusu, gürül gürül akan suyu, bembeyaz dalgaları, kadim zamanı ve insana insanlığını hatırlatan uğultusu; Fırat, ataların yalın, duru sözleriyle hep birdir benim için.

Küçükken, okullar tatile girdiğinde, dedemle birlikte, at sırtında, yakın dostlarımızın yaşadığı, yemyeşil, güzel meyve bahçeleri olan bir yayla köyüne giderdik. Sıcaklar artık bunaltıcı, şehir yaşamı çekilmez olurdu. Evin bahçesindeki “ayvan” bile, devamlı sulanmasına rağmen, ferahlatıcı olmazdı. Tek çare köylerdi. Sırtını kartal yuvası dağlara vermiş, Fırat’ın yamacından doğayı gözleyen, nar, ceviz, badem, erik ve armut ağaçlarıyla ünlü, çeşme ve akarsuları bol köyler.

Sıcaklara yakalanmamak için yolculuğumuz sabahın ilk ışıklarının dünyayı aydınlığa boğmasıyla başlardı. Ata biner, dedem önde, ben ardında, arkadan hafifçe beline yapışmış olarak yola koyulurduk. Her kuyu başında durarak, elimizi yüzümüzü yıkayarak, dinlenerek, çıkınımızı açıp karnımızı doyurarak yol alır, akşama doğru, güneşin kızıl ışınlarıyla Fırat’ın suları üzerinde güvende durduğu bir vakitte köye varırdık.

Köy, dünyanın ötesinde, tüm gürültü ve patırtılardan uzak, kendine özgü küçücük bir dünyaydı. Kürtçenin en eski lehçesi olan ve Zerdüşt’ün diline en yakın lehçe olduğu söylenen Zazaca, köyün konuşulan diliydi. Ancak Kurmanci de konuşuluyordu. Başka da ne bir dil ne de bir lehçe söz konusuydu.

O zamanlar her şey doğal akışı içindeydi, insanlar binlerce yıldan o günlere kadar oldukları gibi, fazla bir değişime uğramadan yaşıyorlardı. Fırat’ın suları henüz barajlarla yaralanmamış, akışı insana hem bir çoşku hem de bir korku veriyordu. Türkçe radyo ve televizyonlar insanların duygu ve düşünce dünyasını dumura uğratmamış, dil tüm doğallığıyla, tıpkı Fırat gibi, çağlıyordu. Nar, olgunlaştığında dalında çatlıyor, balıklar tam da yumurtlama döneminde Fırat’ın akıntılarına karşı bir insan boyu kadar havalanıyor, turnalar zamanında geliyor, kırlangıçlar hep aynı kırlangıçlarmış gibi, aynı mevsimlerde, aynı güzellikle Fırat’ın sularına dalıp dalıp havalanıyorlardı.

O köyde okur yazar var mıydı? Kitap var mıydı? Hiç hatırlamıyorum. Herhalde yoktu. Eğer olsaydı, büyük olasılıkla onları da hatırlardım. Ancak orada hiç dinmeyen stranlar, öyküler, masallar, destanlar vardı. Yazılması ve zamana uygun hale getirilmesi engellenen bir insanlık tarihini durmadan yeni kuşaklara aktaran sözcükler ve anlatılar vardı. Sözgelimi her bir cümlesi atasözü gibi olan, ceviz ve bademlerle devamlı işlenen güzel bilurların nağmesi ve tüm bir tarihi hafızasında barındıran dengbêjlerin sesiyle söylenen Kürtlerin en önemli destanlarından Memê Alan vardı.

Ve elbette her konuda, her zaman, her biçimde söylenen atasözleri vardı.

Bir çocuğun olağanüstü bakışı ve her şeyi çok yoğun yaşayan duygularıyla bunları yaşadım. Ve bir çocuğun önü alınmaz spontan melekesiyle tüm bunları kısa bir süre sonra da tümden unuttum. Köy unutuldu. Zaza lehçesi, stranlar, destanlar, dengbêjler, o yalın, sıcak sözler unutuldu. Fırat’ın coşkusu, hüznü, köye ait o sözler gibi duru olan ve bir inci gibi parlayan su damlaları unutuldu.

Yaşamımda tüm bunlara tümüyle yabancı olan başka bir dile, Türkçe’ye ait bir dünya başladı. O zamanlar büyüklerimden şunu öğrendim; eğer başarılı olmak istiyorsan Türkçe’yi ve Türkçe’ye ait dünyayı çok iyi öğreneceksin. Okullarda okunması ve yazılması yasaklanmış ve kamu yaşamının tümüyle dışına itilmiş Kürtçe’yle herhangi bir geleceğin olmaz. Varsa yoksa resmi dil, resmi yaşam. Türkçe, biraz daha Türkçe. Resmi tarih, resmi değerler, resmi edebiyat, resmi marşlar, nutuklar, destanlar, resmi sözcükler… Artık Türkçe düşünmek, Türkçe kendini ifade etmek, Türkçe duymak. O çocukluğa, o köye ait olan her şeyi artık küçümsemek, hor görmek, unutmak…

Bunun nasıl vahşi ve gaddar bir asimilasyon süreci olduğunu çok sonraları anladım. Bunu anlamaya başladığımda da çocukluğumun o tümden unuttuğum resimleri, duyguları, sözleri birer birer yeniden canlanmaya, çeşitli renklerle nakışlanarak tekrar yaşamaya başladılar. Bilim adamlarının dediği gibi çocukluğun bakışı ve duyguları, gördükleri ve yaşadıkları hem hızlı bir unutkanlığı içeriyor hem de olağanüstü bir hafıza derinliğini. Çocukluğun yaşanmış her şeyi hafızanın o derinliklerinde, birgün yeniden canlanmak ve bir geçmişi yaşanan zamana ulaştırmak için, unutkanlığın ince perdesi altında, üstüste, yanyana, yığılıyor. Yani Fırat da, atasözleri de dalgalar halinde gelen yeni düşünce ve duyguların altında kalarak unutuluyor. Yeni nehirlere ulaşılıyor, Fırat ve Dicle’den farklı renklerde, farklı tonlarda akan Seine, Tuna, Rhen, Thames ile birlikte olunuyor, onlar duyuluyor. Başka ülkeler, diller, kültürlerle tanışılıyor, onlar öğreniliyor. Ve birgün tam da tüm o diller, sözcükler, kültürler yoğun biçimde yaşanırken, çocukluğa ait sözcükler, destanlar, stranlar, birden diriliyor. Sanki dedeniz yine karşınızda gülümseyerek, bir bilge edasıyla size bakıyor ve kıssadan hisse olarak bir atasözünü yeniden size ulaştırıyor. Bir atasözü, bir yenisi, bir tane daha…

Atasözlerinin gücü işte bu; bir hafızayı, bir tarihi yeniden canlandırmak. Unutkanlığın ebedi olmasını önlemek.

Bu atasözlerinin sahibi kim? Tüm dünyadan uzak o ıssız köyde durmadan söylenen o atasözlerini kimler nerede, nasıl yarattı? O anda yaşanan durumla ilgili hemen söylenen o kısa cümleler niçin o kadar etkili? Nasıl olur da o atasözleri de tıpkı Fırat gibi sonsuz bir yaşama sahip, tüm insanlık tarihi boyunca durmadan akıyor? Bilinmesi, cevaplanması gereken sorular bunlar. Özellikle Kürtlerin bunları bilmesi, cevaplaması gerekiyor. Çünkü Kürt dili resmi ve kamu dili olarak Türkiye’de yasak. Çünkü bu yasak nedeniyle Kürtler söze, özellikle de sözlü anlatıma, destana, atasözlerine sığınmış durumda. Çünkü bu nedenle Kürtlerin olağanüstü zengin bir sözlü edebiyatları var.

Yasak, baskı, zor, asimilasyon ve benzeri anti-demokratik uygulamalar ancak yaygın bir korku ortamı yaratıldığında gerçekleşebiliyor. Korku ortamında yaşayan insanlar da, koşulları nedeniyle, az ve öz konuşma ve anlatma sanatını öğreniyor. Az ve öz anlatma sanatı, aynı zamanda, insanlık tarihinin bize bıraktığı en önemli miras; az ve öz söyleyen kalmış, laf kalabalığı yapan ve karışık söyleyen gitmiş. Ïnsanlığın ortak kültür mirasının temel özelliği tam da budur; insan için en gerekli, en zorunlu olan kalacak, gerisi atılacak. Tüm tarih boyunca insan aklı ve duyguları bu geleneğe uygun biçimde gelişti. Gılgamış, Homeros, farklı dil ve kültürlere ait destanlar, anlatılar, Memê Alan… bunların hepsi en damıtılmış, en yoğun hale getirilmiş sözcüklerle günümüze ulaştı.

Bu kültür mirasının en temel öğelerinden biri de atasözleridir. Kollektif bir hafızanın ürünü olan atasözleri belki de insanın kültürel yaşamının en rafine buluşudur. Atasözlerinde ortak bir tarih, insani bir çaba, deney ve ders vardır. Bir dilin bütün incelikleri, güzelliği, şiirseliği de en iyi biçimde atasözlerinde bulunmaktadır. Elbette insani zekâ ve yaratıcılığın da en iyi örnekleridir atasözleri.

Bir tarihi, kimliği, kültürel hareketi, halkı ve dili yakından tanımak istiyorsanız, her şeyden önce, atasözlerine başvurun. Orada tüm aradıklarınızı bulacaksınız. Atasözlerinde boş ve anlamsız sayılabilecek hiçbir şey yoktur. Her şey çok yoğun, çok anlamlıdır. Mutlaka bir insani tecrübenin, duygunun, düşüncenin ürünü olan atasözü, daha önce yaşanmış bir deney ve dersi iletmek için vardır. Bu özelliğiyle atasözleri hem çok evrenseldir

2 Şubat 2009 Pazartesi

can yücel'in anısı,


YAZILARINDA "GÖT" KELIMESINI AÇIK AÇIK KULLANDIGI IÇIN MAHKEMEYE VERILEN CAN YÜCEL, MAHKEMEDEKI SÖZLÜ SAVUNMASINI 'NE DIYEYIM HAKIMBEY. BIZIM KÖYDE GÖTE GÖT DERLER' DIYE BITIRIR, ANCAK ÖNCESINDE BIR DE FIKRA ANLATIR MAHKEMEDE.

BIR KÖYDE ATESLI BIR HASTA VARDIR, KASABAYA DOKTORA GETIRIR HASTAYI KÖYLÜLER. KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA. DOKTOR HASTAYA FITIL VERIR VE KÖYE DÖNDÜKLERI GIBI HASTAYA FITILI ANÜSTEN VERMELERINI SÖYLER KÖYLÜLERE.

KÖYLÜLER TABI 'TAMAM DOHTOR BEY' DIYIP KÖYE GIDERLER KÖYDEKI HERKESE SORARLAR, EN BILGELERE BILE, AMA KIMSE ANÜS NE DEMEKTIR BILEMEZ. BU NEDENLE BIR TÜRLÜ ILACI DA VEREMEZLER HASTAYA. HASTANIN DURUMU DA GITGIDE KÖTÜLESMEKTEDIR. BUNUN ÜZERINE KÖYLÜ, DOKTORA, KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA TELEFON ETMEYE KARAR VERIR AMA KIMSE BUNA YANASMAZ. NE CÜRET DI MI DOKTORU ARAYACAK BI KÖYLÜ.

NEYSE DURUMUN VAHAMETI ÜZERINE MUHTAR ARAMAYI KABUL EDER. BÜTÜN KÖYLÜ TOPLANIR SANTRALE, MUHTAR ARAR, "BIZ NE YAPACAAMIZI BILEMEDIK DOHTOR BEY" FALAN DER ISTE.KARSIDAN DOKTOR BISILER SÖYLER. MUHTAR DÖNER ARKASINA:

"MAKATTAN VERIN DEDI DOHTOR" DER. YINE TÜM KÖYE SORARLAR, KOMSU KÖYLERE BIRILERINI YOLLAYIP SORDURURLAR FELAN, AMA MAKAT NE BILEN YOKTUR YINE. HASTA ISE GITTI GIDECEK,ATESLER IÇINDE KIVRANIYO BAYA.

IHTIYAR MECLISI TOPLANIR. SON ÇARE, DOKTORUN BIRKEZ DAHA ARANMASINA KARAR VERILIR. YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE KARAR VERILIR.

YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE BIRI KANDIRILIR. TELEFONUN BASINA GEÇER, AMA BI YANDAN SÖYLENMEKTEDIR "ÇOK KIZACAK DOHTOR ÇOK!!!" DIYE.

SONUNDA TELEFONU AÇAR, DURUMU ANLATIR, DOKTOR BISILER SÖYLER YINE. TELEFONDAKI KÖYLÜ, YÜZÜ ALLAK BULLAK, ARKASINI DÖNER:

"ÇOK KIZACAK DEMISTIM; GÖTÜNE SOKUN DEDI"

(C. YÜCEL BU DAVADAN BERAAT ETMISTIR.)

can yücel'in anısı,

YAZILARINDA "GÖT" KELIMESINI AÇIK AÇIK KULLANDIGI IÇIN MAHKEMEYE VERILEN CAN YÜCEL, MAHKEMEDEKI SÖZLÜ SAVUNMASINI 'NE DIYEYIM HAKIMBEY. BIZIM KÖYDE GÖTE GÖT DERLER' DIYE BITIRIR, ANCAK ÖNCESINDE BIR DE FIKRA ANLATIR MAHKEMEDE.

BIR KÖYDE ATESLI BIR HASTA VARDIR, KASABAYA DOKTORA GETIRIR HASTAYI KÖYLÜLER. KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA. DOKTOR HASTAYA FITIL VERIR VE KÖYE DÖNDÜKLERI GIBI HASTAYA FITILI ANÜSTEN VERMELERINI SÖYLER KÖYLÜLERE.

KÖYLÜLER TABI 'TAMAM DOHTOR BEY' DIYIP KÖYE GIDERLER KÖYDEKI HERKESE SORARLAR, EN BILGELERE BILE, AMA KIMSE ANÜS NE DEMEKTIR BILEMEZ. BU NEDENLE BIR TÜRLÜ ILACI DA VEREMEZLER HASTAYA. HASTANIN DURUMU DA GITGIDE KÖTÜLESMEKTEDIR. BUNUN ÜZERINE KÖYLÜ, DOKTORA, KOCA DEVLETIN KOCA DOKTORUNA TELEFON ETMEYE KARAR VERIR AMA KIMSE BUNA YANASMAZ. NE CÜRET DI MI DOKTORU ARAYACAK BI KÖYLÜ.

NEYSE DURUMUN VAHAMETI ÜZERINE MUHTAR ARAMAYI KABUL EDER. BÜTÜN KÖYLÜ TOPLANIR SANTRALE, MUHTAR ARAR, "BIZ NE YAPACAAMIZI BILEMEDIK DOHTOR BEY" FALAN DER ISTE.KARSIDAN DOKTOR BISILER SÖYLER. MUHTAR DÖNER ARKASINA:

"MAKATTAN VERIN DEDI DOHTOR" DER. YINE TÜM KÖYE SORARLAR, KOMSU KÖYLERE BIRILERINI YOLLAYIP SORDURURLAR FELAN, AMA MAKAT NE BILEN YOKTUR YINE. HASTA ISE GITTI GIDECEK,ATESLER IÇINDE KIVRANIYO BAYA.

IHTIYAR MECLISI TOPLANIR. SON ÇARE, DOKTORUN BIRKEZ DAHA ARANMASINA KARAR VERILIR. YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE KARAR VERILIR.

YINE KIMSE ARAMAK ISTEMEZ DOKTORU. NIHAYETINDE YINE BIRI KANDIRILIR. TELEFONUN BASINA GEÇER, AMA BI YANDAN SÖYLENMEKTEDIR "ÇOK KIZACAK DOHTOR ÇOK!!!" DIYE.

SONUNDA TELEFONU AÇAR, DURUMU ANLATIR, DOKTOR BISILER SÖYLER YINE. TELEFONDAKI KÖYLÜ, YÜZÜ ALLAK BULLAK, ARKASINI DÖNER:

"ÇOK KIZACAK DEMISTIM; GÖTÜNE SOKUN DEDI"

(C. YÜCEL BU DAVADAN BERAAT ETMISTIR.)